Kurumsal Adaletin Sessiz Çöküşü

Kurumsal Adaletin Sessiz Çöküşü

Yayınlanma: 09 December 2025, 23:30 6 Görüntüleme

Vitrindeki Pırıltı, Depodaki Pas: Kurumsal Sadakatin İflası

İş dünyasının ışıltılı kulelerinde, İnsan Kaynakları departmanlarının "yetenek avı" (talent acquisition) adı altında yürüttüğü hummalı bir faaliyet var. Linkedin profilleri taranıyor, "headhunter" telefonları susmuyor, transfer teklifleri havada uçuşuyor. Buraya kadar her şey serbest piyasanın cilvesi.

Ancak bu ışıltılı vitrinin hemen arkasında, ofislerin loş koridorlarında, yönetim katlarının görmezden geldiği, hatta bile isteye yarattığı sessiz bir kriz büyüyor. Ben buna "Sadakat Vergisi" diyorum.

Nedir bu vergi?

Şirketin kahrını yıllarca çekmiş, kurumsal hafızayı sırtlanmış, kriz anlarında gemiyi terk etmemiş "demirbaş" personelin; şirketin kapısından içeri henüz adımını atan, ne kültürü ne de işi bilen "yeni yetenek"ten daha az kazanmasıdır.

Yönetim kurullarında ve patron katlarında, dile getirilmeyen ama herkesin bildiği çarpık bir psikoloji hüküm sürüyor: Avcı Sendromu.

Dışarıdaki yetenek, henüz fethedilmemiş bir kaledir. Onu içeri sokmak için kesenin ağzı açılır, piyasa şartlarının sınırları zorlanır, "Hoş geldin" bonusları masaya konur. Çünkü o, "kazanılması" gereken bir zaferdir.

Peki ya içerideki? O, yöneticinin gözünde **"Kafesteki Kuş"**tur.

Yönetimin bilinçaltı şöyle işler: "Ahmet Bey/Ayşe Hanım zaten bizden. Düzeni kurulu, konfor alanında, kıdem tazminatı birikti. Buradan bir yere gitmez."

Bu düşünce yapısı, sadakati bir erdem olarak değil, sömürülebilir bir zaaf olarak görür. Kafesteki kuşun zaten orada olduğunu bildikleri için, ellerindeki en parlak yemleri bahçedeki özgür kuşları yakalamak için harcarlar.

Bu çarpık "bordro mühendisliği"nin en trajikomik sahnesi ise, oryantasyon döneminde yaşanır.

Yönetici, yıllardır düşük zamma talim eden kıdemli personelin omzuna dokunur ve şöyle der: "Yeni başlayan arkadaşımızı sana emanet ediyoruz. Bizim işleyişi, incelikleri ona sen öğret. Tecrübene güveniyoruz."

İşte iş dünyasının en büyük ironisi budur: Şirket, "pahalı" bulduğu için hak ettiği zammı yapmadığı personelden; "çok daha pahalıya" transfer ettiği yeni personele, paha biçilemez tecrübesini bedavaya aktarmasını ister. Usta, çırağından az kazanırken, bir de ona hocalık yapmaya zorlanır.

Sayın patronlar, değerli yöneticiler;

Eşit işe eşit ücret ilkesini, "piyasa dinamikleri" bahanesiyle rafa kaldırdığınızda, kısa vadede bütçeyi denkleştirmiş sanabilirsiniz. Ancak uzun vadede şirketin temelini oyuyorsunuz.

Çalışanlarınız aptal değil. Bordrolar gizli kalsa da, hakikatler plaza fısıltı gazetesinde çabuk yayılır. Sadık çalışanınız, yılların emeğinin karşılığının "vefa" değil, "enflasyonun altında ezilmek" olduğunu anladığında ne olur?

Önce duygusal kopuş başlar. Buna modern zamanlarda "Sessiz İstifa" diyoruz. Bedenen oradadır ama ruhen fişi çekmiştir. Kafesteki kuş artık şakımaz, sadece ölmemek için verdiğiniz asgari yemi yer.

Sonra ne mi olur? O çok güvendiğiniz "kafesin" kapısının aslında hiç kilitli olmadığını fark eder.

Dışarıdan pahalıya transfer ettiğiniz o "yeni yıldızlar", daha iyi bir teklif aldıklarında arkalarına bile bakmadan giderken; küstürdüğünüz o eski topraklar da, kırgınlıklarını bavullarına koyup sessizce kapıdan çıkarlar.

Günün sonunda elinizde ne kalır?

Milyonlarca lira harcanmış bir işe alım bütçesi, silinmiş bir kurumsal hafıza ve "Nerede hata yapıyoruz?" diye birbirine soran, vitrini parlak ama deposu pas tutmuş bir yönetim katı.

Unutmayın; sadakat, piyasada parayla satın alabileceğiniz en pahalı "soft skill"dir. Onu ucuza kapatmaya çalışırsanız, bedelini şirketin geleceğiyle ödersiniz.

Paylaş:

Yorumlar (0)

Yorumunuzu Ekleyin

Yorum yapmak için giriş yapmalısınız.

Giriş Yap Ücretsiz Kayıt Ol

Henüz onaylanmış yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!